11 Mayıs 2008 Pazar

ELLERİMDE İĞDE KOKUSU İLE DÖNDÜM ...

Öncelikle güzel dilekleriniz için çok teşekkür ederek başlamak istiyorum. Beni o kadar mutlu ettiniz ki ifade edecek söz bulmakta zorlanıyorum gerçekten. Her güzel şeyin olduğu gibi 4. yıldönümü tatilimizin de sonu geldi ve dün akşam evimize döndük. Bir tatil daha bitti diye yine bir hüzün sardı beni ister istemez :( Ama o kadar keyifli bir kısa tatil geçirdik ki içimdeki mutluluk dönüş hüznünü hemen yok etti..Ve seneye nereye gideriz diye sormaya başladım Engin'e :)

Çeşme ve Alaçatı'ya daha önce günübirlik gitmiştik ama bu geçirdiğimiz dört gün oralara aşık etmeye yetti de arttı diyebilirim...Ege'nin kızı olarak ben zaten aşıkken , "aşkım depreşti" sanırım daha doğru bir ifade olabilir...

Dört gün boyunca bir çok şey yaptık, bir çok yer gördük.. Hatta gezmeye oraya varır varmaz başladık..

Saat 08:00'de Alaçatı'ya vardığımızda hemen kahvaltı edecek bir yer araştırdık..

İşte bizim yol öykümüz :



08.05.2008 - Perşembe 08:40

Yer : HANEDAN Kahvaltı & Restaurant -Uzunkuyu Mevkii (Urla, 0232 762 60 68)
İzmir tulumu-kaymak-bal-köy tereyağı-bahçeden çıtır çıtır biberler-domates-mis gibi kokan halis zeytinyağı-Ege'nin zeytinleri, fırından yeni çıkan sıcacık lavaş ekmeği ve bence sofranın kraliçesi ...

Taze lor ve karadut reçeli ....

Eğer yolunuz oralara düşerse Hanedan'a uğramanızı tavsiye ediyorum..




Kahvaltı safhasından sonra buraya kadar gelmişken Urla'yı da görelim dedik.. Urla'da sahilde hayatımda gördüğüm en güzel evleri gördüm sanırım..



Burnumda hala Urla'da sahilde oturduğumuz küçük çay bahçesinin tam ortasında tüm ihtişamı ile duran, dallarını denizden esen rüzgarla salladıkça her yere o muhteşem kokusunu yayan iğde ağacının kokusu duruyor bunları yazarken... Bir dalını kopartıp çantamda duran defterimin arasına koydum ki benimle beraber İstanbul'a gelsin ... Şimdi defterim de çantam da kokuyor misler gibi ...

Urla'dan dönüşte Alaçatı'ya girerken rüzgarın yönüne doğru yönünü değiştiren yılda 50 megawatt enerji üreten rüzgar gülleri karşıladı bizi ..




Alaçatı, sözün bittiği bir yer. Ruhu ile tarzı ile bir bambaşka gerçekten de. Hiçbir yere benzemiyor...Mimarisi, yalınlığının içerisinde sakladığı şıklığı ve nezihliği, bir tepenin ardından gizlice çıkan o büyüleyici denizi, her yerde rengarenk sardunyaları, kendine has rüzgarı ile farkını ortaya koymuş.

Alaçatı'ya yolunuz düşerse muhakkak :






Sakızlı türk kahvesi içmelisiniz.. Heryerde bulabileceğiniz kahveyi biz tavsiyeler üzerine Köşe Kahve'de içtik...







Alaçatı'nın ara sokaklarında dolaşıp bol bol fotoğraf çekmelisiniz ...





Her dükkan , her otel, her kafe ayrı bir fotoğraf karesi gerçekten... Herkes farklı olmak için uğraşmış ve bunu başarmış...

Yandaki fotoğraf o bölgeye has kumaşlardan yapılmış elbiselerin ve hediyelik eşyaların satıldığı bir mağazaya ait..

Görüntünün dışında mekanlara isim koyma yönünde de farklı olmak için çok düşünüldüğü kesin...


Aşağıdaki tabelaya bayıldım.. Oyuncak-kukla tarzı şeyler satan "ÇOK KOMİK" ismi ile beni çok güldürdü gerçekten !







Alaçatı herkesin bildiği üzere bir sörf cenneti..


Sahile indiğinizde bir sürü sörf okulu var. Yapmamış olsak da onları seyretmekten çok keyif aldık..


Ben , Alaçatı'ya gitmeden orası hakkında bol bol okudum, tavsiyeleri değerlendirdim. Tavsiyeler arasında bir şey vardı ki.."İşte tam bana göre" demiştim zaten...


Cumartesi günü Alaçatı'nın pazarı ve eğer yolunuz düşerse sakın bu aktiviteyi atlamayın.. Gerçekten çok şey kaybedersiniz. Pazar esnasında fotoğraf çekmemiş olmam benim için büyük bir kayıp olsa da yeşilin içinde kendimi kaybettiğimi belirmem gerek.


Hele o enginarlar... İstanbul'da altın değerinde olan enginarlar.. Taptaze körpecik enginarların 10 tanesinin 5 ytl olmasına ağzım açık kaldı diyebilirim..


Tabii ki araba ile gelmiş olmanın avantajını kullanıp hemen ben de alıverdim.

Alaçatı'da sakız sardunyalarına doya doya bakın.. Pembe ve kırmızının her tonunu bulursunuz... Bakabilecekseniz bir teneke sardunya alıp evinize de götürebilirsiniz ...




Alaçatı, farklılığını halen sürmekte olan bir proje ile de kanıtlıyor... Denizlerin doldurulup kara yapıldığı şu dönemde toprak oyulup deniz içeriye doğru sokuluyor Alaçatı'da..



Projenin adı "Port Alaçatı" ... Henüz sadece birinci etabı tamamlanmış ama görüntü o kadar güzel ki bitmiş halini düşünemiyorum bile...




Eeee... buralara kadar gelip ne yemezsek olmaz ?

Tabii ki Kumru ... Kumru'yu Ilıca'da yemeye gittik.. yerinde...

Dalyan'da da balık yenir dediler , onları da dinledik..

Kazım'ın Yeri'nde güzel bir balık sofrası kurduk kendimize .. Ben tabii ki kalamarın tadını bol bol çıkarttım.

Bu dört gün boyunca sürekli yedik ve içtik galiba..Arada detayını vermediğim , Manisa'da Manisa Kebabı var mesela... Manisa kebabı için sizlere Örenay'ı önerebilirim...Burası Türkiye'nin en iyi ikinci yol restaurantı seçilmiş ve bu namı gerçekten de hak etmiş... Orhan Veli'nin çeşitli şiirlerinin yazdığı amerikan servisleri ile Örenay, İzmir Manisa yolu üzerinde bulunuyor...





Anlat anlat bitmez .. Yani benim için şu anda öyle.. sizleri sıkmadan özetlemek istedim.

Bir şeyi sona bıraktım..


Tabii ki güler yüzlü sahipleri , Belkıs Hanım'ın harika kahvaltıları , Hakan Bey'in misafirperverliği ile bu dört günün bizim için daha da güzel geçmesini sağlayan Lale Lodge kaldı anlatmadığım..



Eğer Alaçatı'yı bir Alaçatılı gibi yaşamak istiyorsanız kesinlikle taş evlerden oluşan butik otellerde kalmalısınız.. Yaz - kış açık olan Lale Lodge'da 9 oda var ve hiç biri birbirine benzemiyor...

Alt kattaki salon tüm misafirlerin ortak kullanım alanı ve doğal olarak bir sohbet ortamı oluşuyor kendiliğinden...

Çayınız elinizde salonda otururken kendinizi evinizde hissediyorsunuz..

Kendinize ait anahtarınızla gece geç döndüğünüzde kapınızı kendiniz açıyorsunuz ... Herşey ev gibi... Ama gerçek dünyaya dönmek için arkanızda bıraktığınız bir ev..

Hakan Bey bizi uğurlarken tekrar görüşmek üzere dediğinde "geleceğiz merak etmeyin" dedik ...



Her şey bitiyor.. Mühim olan unutmamak .. Benim aklımda bu dört gün tüm doluluğu ile kalacak..

Afiyetle,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder